Advert
imkA¢nlar Arttıkça, insanlık Azalıyor

imkA¢nlar Arttıkça, insanlık Azalıyor

Bu içerik 6538 kez okundu.
Bilgisayar ve iletişim teknolojileri odaklı, büyük bir değişim içerisinde yaşlı dünyamız. “Değişim” kavramı, içinden geçtiğimiz dönemin en çok kullanılan kelimelerinden biri. Yanına, adeta ikizi gibi, “gelişme” kavramının eklendiğini görüyoruz hemen her zeminde.
Bugün tartışılmaz bir fenomen olan internetin odağında sağlıktan eğitime, ulaşımdan bilime ve teknolojiye kadar pek çok alanda çok büyük bir değişim yaşandığı aşikâr. Çok büyük yararlar sağladığı da tartışma götürmez.  
Ne ki, tüm bu değişimin ve verili gelişmelerin, mutlak şekilde, bireysel ve toplumsal olarak insanoğlunun gelişmesiyle, yani aşama kaydetmesiyle sonuçlandığını belirtmek pek mümkün değil.
imkânlar arttıkça, insanlık azalıyor. Yazık ve eyvah!
Gelir dağılımında, tüm dünyada, inkârı mümkün olmayan bir adaletsizlik söz konusu olsa da, bir iyileşme ve toplumsal katmanlar arasında -en üst blok hariç- yakınlaşmalar görülüyor. Temel harcama kalemlerine bakıldığında bunu görmek mümkün. Ülkemiz odağında, önemli bir gösterge olduğu için söylenecek olursa, yediden yetmişe elinde akıllı telefon olmayan kalmadı gibi. Turizm şirketleri yurt içini bitirdi, dini bayramlarda dahi yurt dışı seyahatler pazarlıyor. Alışveriş merkezleri tıkış tıkış insan kaynıyor.
Öte yandan, insan ve muhabbet kokulu, sevgi ve saygıdan inşa edilmiş köyler ve kasabalar hızla kayboluyor; yerlerini samimiyetten uzak taş yığınları alıyor, aynı hızla. Nefes almayan ve aldırmayan; meydansız, bakkalsız, manavsız, kasapsız ve dolayısıyla selamsız yerleşim birimleri…
Şehirler büyüyor, insanlık küçülüyor. Çok yazık!
Bir binadaki elli yüz hanede iri bir köy, bir sitede orta halli bir kasaba, şehirlerin banliyölerindeki uydu kentlerde bir ilçeyi dolduracak sayıda insan “yaşıyor”. Birbirini tanımadan, selam alıp vermeden, hal hatır sormadan... Birbirine dokunmadan, hissetmeden, hissettirmeden…
Hayatın hem içinde hem dışında… Kendi doğrularıyla, canının istediği gibi ve kendisi dışındakileri yok sayarak; karşı kapının ardında yaşıyor, aynı trafik sisteminde yol alıyor, aynı kurumda aynı ofiste çalışıyor olsa dahi…
Ne acıdır ki, bu tercihli yalnızlık, her bir yalnıza binler, onbinler, yüzbinler arasında kendi doğruları ile yaşama hakkı veriyormuşçasına, toplu yaşanılan her alanda (alışveriş alanları, trafik, site vs.) deyim yerindeyse, kafasına göre yaşıyor yalnızlar. Yazılı ve/ya sözlü genelgeçer doğruları dikkate almıyor; “ya herkes, benim yaptığım gibi, kendi doğrusuna göre yaşamaya kalkarsa ne olur” diye asla düşünmüyor.  
Böyle olunca da, toplumsal yaşamın tüm alanlarında bir kabalık, nezaketsizlik, vurdumduymazlık, empati yoksunluğu, şımarıklık ve benmerkezcilik cirit atıyor.
“insanların cüzdanları doldukça, beyinleri ve kalpleri boşalıyor”...
“Cüzdan” kavramını istediğimiz gibi genişletebilir; makam, şöhret, para, eğitim düzeyi, meslek, itibar, mevki vs. bilcümle “varlığı” içine yerleştirebiliriz.
Evet, zenginleşiyoruz. Makam ve mevki sahibi oluyor, kariyer basamaklarını üçer beşer çıkıyoruz. itibarlı pozisyonlar alıyor, muteberler sınıfına dâhil oluyoruz. Toplumsal kabul düzeyi yüksek mesleklere mensup olarak saygı görüyor, halk tarafından baş tacı ediliyoruz. Şöhretimiz yakın çevremizin çok ötelerine ulaşıyor, meşhurlar kategorisinde yer ediniyoruz. Lisans eğitimiyle yetinmiyor, yüksek lisansı dereceden saymıyor, doktora yapıyoruz. Akademiye adım atıyor, doçent, profesör, dekan ve rektör oluyoruz.
Ama, fakat, ancak…
Tüm bu pozisyonlara eriştikçe, yani cüzdanımızı doldurdukça, kalp ve beyin odağında, insani olan pek kıymetli birçok özelliğimizi kaybediyor, farkında bile olamıyoruz. “Rütbe büyüdükçe, insan küçülür” (“tevazu” anlamında) gerçeği ortadayken, boyumuz kalıbımızı aşıyor, alçak dağlarla yarışmaya kalkıyoruz.
Kibir, insana yakışmayan çirkin bir elbisedir. Hele de Müslümana. Buna rağmen, gardırobumuzu renk renk, çeşit çeşit kibir elbisesiyle doldurmaktan geri durmuyoruz.
 
Şehir merkezlerinden kaçıyor; gettolarda halktan kopuk, korunaklı sitelerde ve çok küçük gruplar halinde yaşıyor, adeta kast sisteminde hayat sürüyoruz.
Dolu başakların başı eğilirken, sadece içi boş başakların kafalarını dik tuttuğundan bîhaber gibi, bulutlara kafa tutarak yürüyoruz. Havamızdan geçilmiyor vesselam.
Üzülerek, üzülmek ne kelime içimiz kan ağlayarak ifade edelim ki, bu durum sosyolojik açıdan sürdürülebilir değil. Asla ve asla… Bu toplum, böylesi ağır ve gittikçe ağırlaşan bir bagajla sağlıklı bir şekilde daha fazla ilerleyemez.
Özümüze dönmeli, bizi biz yapan değerlerimizi hatırlamalı, kendimize gelmeliyiz. Bir Anadolu sözü, “ağır otur batman gel” der. Büyüdükçe küçülmek güzeldir. Tevazu, insana çok yakışan, pek kıymetli bir libastır.
Değerlerimizle güçlenmiştik. Değerlerimizle var kalabilir, daha da güçlenebiliriz. Yeter ki, bu gerçeği bir an önce hatırlayalım...
E.Y.
DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Ehliyette yeni dönem: Testi geçemeyen trafiğe çıkamayacak
Ehliyette yeni dönem: Testi geçemeyen trafiğe çıkamayacak
Seçim bitti kavgası bitmedi: Diyarbakır’daki kavgada 4 kişi yaralandı
Seçim bitti kavgası bitmedi: Diyarbakır’daki kavgada 4 kişi yaralandı