Nar ağaçlarının altında başlayan sohbet, sürece, demokrasiye ve Kürtlerin birliğine uzandı.
Beş Kürt, iki Türkmen, her branştan mamoste (öğretmen), küçük ve şirin bir bahçede nar ağaçlarının altında oturup sohbet ederse, sizce ne konuşurlar?
Elbette eğitimi, çocukları, çevredeki sosyal-kültürel etkinlikleri, özel olarak Amed Kitap Fuarı’nı ve tabii ki siyaseti, “süreci” konuşurlar. Biz de öyle yaptık.
Masamızda bölgenin üç kutsal yiyeceği; nar, incir ve Ergani’nin güzel şire üzümü var. Çay da sırada.
Konuşma/sohbetimiz üç konuda yoğunlaştı:
Süreç, Kitap Fuarı ve benim yazılarımda işlediğim katı ideolojilerden arınma, demokrasi ve Kürtlerin birliği.
SÜREÇ
Sürecin başlaması ve silahların devreden çıkması olumlu değerlendirildi; ancak çözüme yönelik beklenti ve eleştiriler farklıydı. Ortak bir konsensüse varılamadı.
Üç arkadaş; Türk devletine güvenilmez diyerek, sürecin doğal ve inandırıcı olmadığını; Ortadoğu’daki gelişmelerin —özellikle ABD, Birleşik Krallık ve İsrail’in askeri ve siyasi başarısının -Türk devletini korkuttuğunu; Kürtlerin ABD ve İsrail’le ittifak yapmaması için devlet Öcalan’la bu süreci başlatmak zorunda kaldığını, sürecin Kürt meselesinin çözümüne yönelik olmadığını, devletin bu konuda farklı beklentiler içinde olduğunu, bu hassas dönemde zaman kazanmaya, bölgede rol kapaya çalışıldığını belirttiler. Sonrasında ise hiçbir şey çözülmüş değil, deyim yerinde ise yöneticiler uygun bir konjonktür bekliyor, o nedenle top çeviriyor. Şu an için top ortada, dediler.
İki arkadaş; Öcalan Kürtleri hayal kırıklığına uğrattı. Kendi fantezi ve ütopyalarıyla (devletsiz komünal toplum, devletsiz demokratik sosyalist toplum ve ne olduğu bilinmeyen ucu açık her yere çekilebilen entegrasyon istemi) Kürtleri yeni, belirsiz maceralara sürüklüyor, oysa bugün için Kürtlerin talepleri ortada: dilinin, kültürünün, tarihin, coğrafyasının, tek cümle ile hukuki olarak varlığının tanınmasıdır fikrini ileri sürdüler.
Diğer iki arkadaş ise, sonuç ne olursa olsun silahlar sustuğu için sürecin olumlu olduğunu, bunun Kürtler için yeni bir dönemin kapısını araladığını, demokratik zeminin yolunun açıldığını ve bu zeminin Kürtlerin birliğine katkı sağlayacağını belirttiler. Ayrıca Öcalan çizgisinin dışındaki hareketlerin demokratik zeminde alternatif oluşturmaları gerektiğini, ancak bu konuda umutsuz olduklarının da altını çizdiler.
Sonuç: Silahların susması olumludur, ancak kapalı kapılar ardında yapılan, halkların gönüllü iradesini yansıtmayan, adeta halklara zorla dayatılan bir süreçle karşı karşıya olduğumuzun altı çizildi.
KİTAP FUARI
Kitap fuarına katılan arkadaşlar, bu yıl fuarın geçmiş yıllara göre sönük geçtiğini, beklentileri karşılamadığını ve bu durumun yayınevlerini zor durumda bıraktığını belirttiler.
Sönük geçmesinin nedenlerini de kendilerince şöyle açıkladılar:
Sürecin yarattığı belirsizlik ve Öcalan’ın açıklamalarının Kürtlerde yarattığı hayal kırıklığı. Bu kırgınlık devrimci sinerjinin, motivasyonun düşüklüğünü getirdi, insanlar kendilerini beklemeye aldılar. O nedenle; klasik eserleri basan büyük yayınevlerine ve genç popüler yazarlara ilgi iyiydi, Kürdî yayınlara ise ilgi düşüktü. Stant kiralarının yüksek olmasının kitap fiyatlarına yansıması ve internet satışlarının cazibesi de fuara ilgiyi azaltıp, katılımı düşürdü, dediler.
BENİM YAZILARIM
Bir arkadaşımın, “Hocam, yazılarında özellikle katı ideolojilerden arınmak gerektiğini söylüyor ve sık sık demokrasi vurgusu yapıyorsun. Bu konuyu biraz açıp düşüncelerini bizimle paylaşır mısın?” demesi üzerine konu tartışma/sohbet gündemine geldi.
Özet olarak düşüncelerimi şöyle açıkladım:
Bu coğrafyada insanlar, Batı’daki gibi özgür bireylerden oluşmuyor. O nedenle özgürlük değil, hep liderlerinden ve tanrılarından adalet bekliyorlar. Halkların beklentileri hiç bitmiyor, nesilden nesille aktarılıyor uzadıkça uzuyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca devlete iki katı ideoloji egemen olmuştur:
Biri kurucu iradenin Türk-İslamcı, Kemalist, tutucu, ırkçı Türkçü ideolojisi; diğeri ise katı İslamcı ideolojidir.
Daha açık söylemek gerekirse, biri siyasal İslamcı, diğeri ulusalcı-ırkçı Türkçü ideolojidir.
Bu ikisinden de ne Türkiye halklarına, ne de bölgeye ve insanlığa bir fayda olmuştur. Son yüzyılda yaşadığımız olumsuzluklar bunun kanıtıdır. Devletin, yeni sivil bir anayasa ile bu ideolojilerden arındırılması gerekir.
Bir diğeri de, benim de geçmişte savunduğum katı Marksist-Leninist ideolojidir. Bunun da kalıcı, sağlıklı olmadığını Sovyetler’in yıkılması ve komünist partilerin iktidarda olduğu devletlerdeki sosyalizm uygulamalarında gördük, görüyoruz.
Bizde, bu ideolojinin küçük küçük kalıntıları hâlâ var, ama her geçen gün azalıyor. Bilim ve teknolojinin yeni olanakları onların aleyhine işliyor.
İnternet ve yapay zekâ, dünyayı, insanlığı başka mecraya taşıyor. Yeni nesil çok şanslı. Olanakları çok fazla. O nedenle bize göre çok farklılar, çoklu zekayı kullanıyor, birçok işi birlikte yapıyorlar. Artık işçi sınıfı değil, dijital çağın bu genç, akıllı bireyleri belirleyici hale geliyor. İşçi sınıfının artık eski hükmü yok. Bırakalım insanlığı kurtarmayı, kendi geçiminin derdine düşmüş durumda. Bu nedenle ideolojik kalıplardan kurtulmak gerekir ve bu bağlamda düşünsel bir yenilenmeye ihtiyaç var.
DEMOKRASİ
Bugün insanlık için en iyi yönetim biçimi, İskandinav ülkelerindeki özgürlükçü ve adaletli sosyal demokrasidir.
Var olanlar içinde en iyi demokrasi oralarda yaşatılıyor.
Bizim coğrafyamızda ise demokrasi, hâlâ bir mücadele alanı.
Çünkü katı İslamcılar ve Türkçü-Kemalistler, demokrasinin kökleşmesine en büyük engeli oluşturuyorlar. Halklara kendi doğmalarını dayatıyorlar. Bunu aşmalıyız.
KÜRTLERİN BİRLİĞİ
Çaylarımızı yudumlarken son olarak, bölgenin en kadim halkı olan Kürtlerin durumu üzerine sohbet ettik ve şu konularda fikir birliğine vardık:
Kürtler, kendi aralarındaki didişmeyi, kavgayı bırakmalı; kişileri, liderleri değil fikirleri tartışmalı, dil, üslup değişmeli; eski alışkanlıklardan ve katı ideolojilerden arınmalılar.
Benzer düşüncelere sahip örgütler, hareketler, aydınlar ve siyasi partiler daha büyük yapılarda birleşmeliler.
Öcalan çizgisini beğenmeyenler, Kürtlere yeni bir alternatif sunmalı; Öcalan üzerinden siyaset yapmayı bırakmalılar.
Kürtler yalnızca silahlı ve siyasi mücadelenin yeterli olmadığını görmeli; bilime, sanata, edebiyata, kültüre ve diplomasiye önem vermeliler. Kürt çocukları mutlaka okumalı, birkaç dil öğrenmeli ve dünyaya açılmalılar.
Kürtler, uluslararası kurum ve kuruluşlarda yer almalı, temsilciler bulundurmalılar.
Her parçada demokratikleşmeye katkı sunmalı, ama önce kendi çıkarlarını gözetmeliler.
Kürtlerin sorunu ulusal birlik sorunudur. Hal böyle olunca, ayrım gözetmeksizin tüm Kürtler Ulusal Birlik temelinde ortak bir siyaset inşa etmeli, birlik olmalılar. Bu birliğin zemini, ideolojiler değil; dil, tarih, kültür, ekonomi, coğrafya, ortak akıl ve demokratik dayanışma olmalıdır.
Her parçadaki kazanımlara sahip çıkılmalı ve tüm Kürtleri temsilen acilen bir KÜRT KONSEYİ oluşturulmalıdır.
Öcalan, birlikte yaşama kararı ile ilgili açıklama yaptığı günlerde, Erdoğan Kıbrıs’ta federasyon istemediğini, Kıbrıs Türkleri için ayrı devlet istediğini kesin, net bir dille açıkladı. Kürtler, nasıl bir zihniyetle, Türk devletinin katı ideolojisinden kaynaklanan, nasıl bir çifte standart uygulamasıyla karşı karşıya olduklarının farkında/bilincinde olmalılar.
Kürtler, 50 milyon bir halk olduklarını; Türk devletinin 50 yıldır Kıbrıs’ta yaklaşık 500 bin Türk için devlet istediğini, Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayan 20 milyon Kürdün varlığını ise hukuken tanımadığının bilinci ile hareket etmeliler.
Bu güzel sohbeti yazıp kamuoyu ile paylaşmak görevi bana verildi.
Ben de yazdım. Umarım herkes payına düşeni alır, ahvalımız bu! Selametle kalın



