İyi bir okuyucu olduğumu bilen bazı güzel insanlar arada bir nitelikli ve çoğu zaman harika bulduğum kitaplar gönderirler. Bu yazımda da yine bana imzalı gönderilen yeni çıkmış bir romanı tanıtmak istiyorum.
Romanı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun Adana/Ceyhan doğumlu İbrahim Baykal kardeşimiz yazmış. Kitabın ismi: Dolunay. Yenice Kitap tarafından Kasım 2025’te yayımlanmış.
Romanda; 12 Eylül 1980 darbesi sonrası tüm şehirlerin kuşatma altına alındığı bir dönemde, “ortalıkta yolculardan çok asker”lerin olduğu otobüs garajında bir yolculukla başlayan iki doktor arasındaki duygusal ilişkinin ekseninde Türkiye’de ve Kürdistan’da yaşanan ve yaşatılanlar kurgusal bir anlatımla aktarılmaya çalışılıyor. Bizleri zaman içinde bir yolculuğa çıkarıyor ve bilinen ve bilinmeyen diyarlara götürüp Diyarbakır, Lice, İstanbul, Bitlis ve Güney Kürdistan’a konuk ediyor.
Romanın dili, kurgusu, anlatımı güzel. Sürükleyici, bir solukta okunacak türden. Zaman ve mekân bağlamında nesnelerin ve insanların fiziksel görünümü ve düşünceleri gerçekçi olarak yansıtılmış diyebilirim. Okurken, Dicle’de akanın sanki su değil de, su üzerinde geçip gitmiş olan zamanın kokusunu taşıyan tarih sayfaları olduğu duygusuna kapılıyor insan.
Zaten romanın ilk paragrafı da bunu gösteriyor; hem romanın içeriğini hem de tarih kokan ve tarihin konuştuğu mekân Diyarbakır’ın bilinen farklı özelliğini bir çırpıda anlatıyor:
“Gün ışırken Diyarbakır Seyrantepe garajına giren otobüsümüz, bir iki manevra yaptıktan sonra kendi firmasının yazıhanesi önünde durdu. Başımı koltuktan kaldırınca, durduğumuz yerin birkaç metre ötesinde, bir grup askerin beklediğini fark ettim. Kaptan kapıları açar açmaz askerler telaşla otobüse doluştular. En önde giren sarı saçlı, çilli çavuş: ‘Kimse yerinden kalkmasın, kimliklerinizi çıkarın.’ diye bağırdı. Başımı çevirip arka koltuklara baktım; herkes uyuyordu. Çavuşun ardında duran iri yarı, yüzü ayaz yanığı onbaşı, çavuşun önüne geçip, ‘Ne durisiz la, kimliklerinizi çıkarsanıza.’ diye bağırıp, uyuyanları copu ile dürterek uyandırmaya girişti.” (s. 6)
Yazarımız İbrahim Baykal, vicdanıyla bağ kurarak romanında doğrudan doğruya sade ve hakiki olana dokunmuş. Tanıdık ve içten, kalbe hitap ediyor. Tarihi ve insanlarımızı anlatıyor. Romanıyla barışa ve insanca yaşama bir çağrı yapıyor.
Ve analitik düşünmemizi istiyor. Nasıl oluyor da; “Doğrusu ben kendimi Kürt hissetmiyorum. Babamın babası Diyarbakır’ın tarihi ailelerindenmiş, anne tarafım da öyle. Çoğunluk İstanbul’da yaşadık. Ben kendimi ulus ötesi, sınıf ötesi, cins ötesi yabani bir kuş gibi hissediyorum,” (s.12) diyen romanın kahramanı doktor Dilan kendisini Güney Kürdistan dağlarında gerillalar arasında buluyor?
Yazarımız anlaşılan zamanın kaydını tutan iyi bir gözlemci. Gözlemlerini de dağarcığındaki bilgilerle harmanlayarak sözcüklere döküp geçmişimize ayna tutuyor, olayların ve yaşananların nedenini ve niçinini sorguluyor. Bu nedenden olmalı ki, Dolunay romanı Kürt halkının yüzlerce yıldır yaşadığı acıların yüreklere ve bilinçlere kazınmış derin çizgilerini taşıyor: Acı ruhun protestosudur!
Yazmak, yalnızlığı gideren içgüdüsel bir ihtiyaçtan kaynaklanan bir dürtüden olabildiği gibi, tarihe küçük bir not düşme veya hayati önemi olan arzulanan barışın adil bir şekilde gerçekleşmesine bir katkı sunma isteğinden de olabilir. İbrahim Baykal, Dolunay romanını hangi duygularla yazmış bilmiyorum ama yazmakla çok iyi bir iş yaptığını söyleyebilirim.
Sağ ol kardeşim, size sağlık ve başarılar diliyorum. Nice yazı serüvenlerine!..



