Ali Haydar Üzülmez
Yıl: 1989
Ay, gün: 28 Ocak Cumartesi.
Yer: İstanbul, Aksaray Kumkapı, Çakıl Gazinosu.
Olay: Siyasi haber ve yorum gazetesi Adımlar Gazetesi’nin çıkış şöleni.
Katılımcılar: Üç bine yakın yerli ve yabancı aydın, siyasetçi, seçkin insan ve medya mensubu.
Sunucular: TRT spikeri Jülide Gülizar ve Adımlar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Umur Coşkun.
Konuşmacılar ve konuları:
Yüksel Selek: Komünist Parti’ye ve siyasi tutuklulara özgürlük.
Rasim Öz: Örgütlenme özgürlüğü.
Özcan Keskeç: İşçi sınıfı, emek ve özgürlük.
Ali Haydar Üzülmez: Kürt meselesi. Soğuk bir kış günü; gazinonun içi ve dışı, tıklım tıklım seçkin insanlarla dolu.
Sunucular açılış konuşmalarını yapıyor, gelen mesajlar bir bir okunuyor.
Sırayla Yüksel Selek ve Rasim Öz konuşuyor. Konuşmalara katılımcılar yabancı değil; sürekli gündemde olan tartışılan, konuşulan konular.
Üçüncü olarak, konu ve benim ismim anons ediliyor. İstanbul’da tanınan, bilinen biri değilim. İnsanlar Kürt meselesine yabancı, Kemalist Türkçü ideolojinin etkisindeler; Kürt meselesi konusunda son derece tedirginler. Salonda belirgin bir sessizlik… Sahneye çıkıyorum, gözler üzerimde. Sesim mikrofonik, iyidir. Ve konuşmaya başlıyorum. Konuştukça coşuyorum. Salondan çıt çıkmıyor.
Konuşmam bitiyor, alkış kopuyor. Daha konuşmanın tadına varamadan genç arkadaşlar, polis beni gözaltına almasın diye, sahneden kaçırıyor.
İşte o tarihi konuşmanın, 12–25 Şubat tarihleri arasında Adımlar Gazetesi’nin 4. sayısında yayımlanan bir bölümü:
“Ali Haydar Üzülmez, Kürt sorununun Başbakan tarafından şiddetle değil, siyaseten çözülmesi gerektiğine dikkat çekerek, sorunun yetkili mercilerce kabul edildiğini belirtiyor.[O dönem Kürt meselesi yöneticiler ve devlet tarafından kabul edilmiyordu.]
Üzülmez, son günlerde Güneydoğu’da yaşanan olaylara da değinerek şöyle diyor:
“Ülkenin Başbakanı’na rağmen[O dönem Başbakan Turgut Özal’dır.] güvenlik güçleri devlet terörü uygulayamaz. Bu ülkede kendilerini parlamentonun ve hukuk devletinin üstünde görenler varsa (ki bize göre vardır), o zaman Başbakan’ın ve diğer devlet yöneticilerinin söyledikleri inandırıcı olmaz. Demokrasi herkes içindir. Türk halkı için demokrasi, Kürt halkı için devlet terörü olamaz. Sorun, Başbakan’ın siyaseten; bizim ise adil, demokratik, barışçıl olarak formüle ettiğimiz şekilde çözülmelidir.”
Aradan 35 yıl geçti. O dönem muhataplar Özal, Demirel, ordu ve yargıydı (CHP/SHP, Ordu ve yargıda etkindi). Bugün ise Erdoğan, Bahçeli, Öcalan ( Kısmen de olsa CHP); ABD ve Batı’dır.
Bildiğimiz dış ve iç koşullar nedeniyle devlet yeni bir dönem başlattı. Öcalan buna yanıt verdi ve örgüt önemli adımlar attı.
Öcalan:
“Yeni bir siyaset,
Yeni bir örgütlenme,
Yeni bir anlam” diyor.
Yani demokratik, yasal bir örgütlenme ve demokratik bir mücadele öneriyor. Artık “silahlı mücadele yok” diyor.
Yazının başlığı da bu tespite uygun: Geldik Bugünlere.
Abdullah Öcalan’ın ütopyasını (devletsiz komünal toplum ve devletsiz demokratik toplum sosyalizmi) bir kenara bırakırsak, bunlar olumlu adımlardır. Ancak devleti yönetenler, deyim yerinde ise top çeviriyor; zamana oynuyor, oyalama taktikleri uyguluyorlar. Zihniyet eski zihniyet; şimdiye kadar bildik konuşmaların dışında, devlet tarafından somut hiçbir ciddi adım atılmadı.
Sanırım Türk devleti, diplomasi ile konjonktürel şartları lehine çevirip, Kürtleri dört parçada teslim almaya çalışıyor.
Bölgede durum çok karışık; çok bilinmeyenli bir denklem gibi; çözüm kolay görünmüyor, bölgenin ve dünyanın tüm ilgili aktörleri devrede.
Peki Kürtler ne yapmalı?
Kürtler ulusal birliğini hedefleyerek dört parçada ortaklaşmalı, ortak hareket etmeli, birlik olmalı. Türk devleti ile görüşme yaparken, mutlaka kendi ulusal ve özgürlük taleplerini öne çıkarmalı. Hiçbir şekilde ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’dan ayrı düşülmemeye çalışılmalı. Türk devletinin ve ulusalcı Kemalistlerin “emperyalizm” söylemlerini ciddiye almamalı. Hasılı çok ama çok dikkatli olunmalı! Konjonktür Kürtlerden yana. Bu olumlu durumu Kürt siyasetçileri ve aydınları çok iyi değerlendirmeli.