Türkiye Orta Doğu’da bölgesel tek güç olur mu?
Ozan Mahzuni’nin
“Bilmem söylesem mi, söylemesem mi?” türküsündeki gibi;
Bilmem yazsam mı, yazmasam mı?
Günlerce ikilemde kaldım. Konu hassas ve iddalı; bölgedeki olaylar kaygan bir zeminde ilerlediği için, gelişmelerin sonucunu kestirmek ya da öngörmek oldukça zor. Bu nedenle yazma konusunda karar vermekte hayli zorlandım.
Sonuçta, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” kapsamında PKK’nin silah bırakma sürecine girmesi ve hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar üzerine yazmaya karar verdim.
Kuşkusuz, tarihi günler yaşıyoruz. Öcalan’ın yeni; “Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum.” Çağrısı, süreci Kürt siyaseti açısından demokratik, geniş katılımlı yeni bir zemine taşıyacaktır.
Ve devamında Öcalan:
“Biz ‘kaybet-kaybet’e dayalı savaşı sona erdiriyoruz; tam tersine, bunun yerine demokratik toplum perspektifli ve komşu devletlerin dördüyle de ‘kazan-kazan’ temelli bir demokratik çözüm politikası ve stratejisini esas alıyoruz. Bu hem çok önemli ve tarihi hem de gerçekten ‘kazan-kazan’ı sağlayacak bir formüldür. Bununla başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere İran İslam Cumhuriyeti, Irak Cumhuriyeti ve Suriye Cumhuriyeti ile bir uzlaşmaya gitmek istiyoruz. Buna da demokratik uzlaşma diyoruz. Savaş değil, demokratik uzlaşma. Suriye ile böyle bir adım atılıyor; Irak’la buna benzer adımlar atılmış; büyük ihtimalle İran’la da atılacak. Ama en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti ile bu adımın nasıl atılacağıdır. Bir diyalog durumu var; bu diyalog demokratik bir müzakereye evrilecek mi, evrilmeyecek mi? Önümüzdeki günler bunu gösterecektir.”
“Kazan-kazan” prensibini Erdoğan’nın yıllardır süren siyasetinden ötürü biliyoruz. Şimdi aynı anlayışın Öcalan tarafından da benimsendiğini görüyoruz. Bu yaklaşım, müzakere yöntemi uzlaşıya açık olduğu için olumlu bir yaklaşımdır.
Devam edelim:
Erdoğan da Kızılcahamam’da düzenlenen partisinin 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda süreçle ilgili şu açıklamalarda bulundu:
“Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), DEM ve biz en azından üçlü olarak bu yolda beraber yürüme kararı verdik. El ele verdiğimize göre Allah’ın izniyle biz bu engelleri aşarız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti eskisinden çok daha güçlü ve özgür olacaktır.
Meclisimizin sürece sunacağı ciddi katkıların, sürecin devamı açısından kritik öneme sahip olacağı görüşündeyim. Mümkün olan en geniş katılımla Meclisimizin de bu hayırlı süreci desteklemesini umuyorum. AK Parti, MHP ve DEM heyetiyle bu süreci pişirerek geleceğe taşıyacağız. Bu süreçte rahmetli Sırrı Süreyya, Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile yan yana geldik. Oturduk, konuştuk, demek oluyormuş. Daha güzel şeyler olacak. Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik. Derdimiz var, dertliyiz. El ele verdiğimize göre bu engelleri aşarız. Artık yumruk sıkmaya gerek yok.”
Benim bu açıklamalardan çıkardığım sonuçlar şunlar:
Yeni süreç konusunda devlet ve liderler kararlı görünüyor.
Türk, Kürt, Arap vurgusu sadece içeriye değil, bölgeye de yöneliktir. Sorun bölgesel olarak masaya yatırılmıştır.
“Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik.” ifadesiyle, demokratik zeminde, Meclis çatısı altında, en geniş katılımla bu sorunun çözülmeye çalışılacağı anlaşılıyor.
Ekrem İmamoğlu, CHP’nin Kemalist kesimi ve MHP dışındaki milliyetçi kesim kontrol altında tutulacak.
Belirli bir aşama kaydedildiğinde sivil anayasa gündeme gelecek.
Ailede çocuklara nasıl miras kalıyorsa, toplumlara ve uluslara da olumlu ya da olumsuz tarihsel miraslar kalır. Örneğin, Ortadoğu coğrafyasında tarihsel olarak iki büyük emperyal bölgesel güç vardır: Biri Pers İmparatorluğu’nun mirasçısı İran İslam Cumhuriyeti, diğeri ise Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi etkin devletler de vardır; ancak İran ve Türkiye gibi emperyal güç değiller.
Son İsrail-İran savaşında, deyim yerindeyse İran’ın beli kırıldı. İsrail, ABD ve Batı ittifakı; İran’ın nükleer santrallerini, havaalanlarını ve çok daha önemlisi bilim insanlarını, Genelkurmay Başkanı’nı ve kuvvet komutanlarını etkisiz hâle getirdi. Dini liderleri ve siyasetçileri sokağa çıkamaz hâle geldi. Hâlen İran’ın hava sahası İsrail ve ABD’nin kontrolü altında. Pamuk ipliğine bağlı geçici bir anlaşmayla savaş durdurulmuş durumda. Ancak her an yeniden başlayabilir. İran adeta can çekişiyor. İran istese de artık eski İran olmayacak; her hafta onlarca insanı (Özellikle Kürtleri) vinçlerde sallandıran/idam eden İran İslam rejimi öyle görünüyor ki tarihin çöplüğüne atılacak.
Şu anda bölgesel güç olarak yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti kaldı.
Sorum şu:
ABD’nin himayesinde Türkiye,(Kürtlerle) bölgenin İsrail’le birlikte tek süper gücü mü olacak? Yoksa… yoksa?
Evet- hayır demeden olasılıklara bakalım.
ABD, Türkiye’yi İsrail’le birlikte bölgenin en etkin ve tek süper gücü hâline getirebilir mi? Evet getire bilir, bu kesin. Bunun için ABD’nin muhtemelen Türkiye yöneticilerinden bazı beklentileri/istekleri vardır.
Örneğin:
—Kendisi ve İsrail’le uyumlu çalışmak; İsrail’i hasım değil, hısım olarak görmek.
“Olmaz olmaz” demeyin. Siyaseten ABD istedikten sonra her şey olur. Mevcut koşullarda bileği bükülmeyen tek güç odur. “İsrail, Filistinliler için soykırım uyguladı; Erdoğan, Türk devleti buna yanaşmaz” demeyin. Böyle büyük bir vizyon için Erdoğan bu öneriyi seve seve kabul edebilir.
—Bölgedeki tüm Kürtlerin hamisi olmak. Bu nedenle Kürtlerle barışmak.
Öcalan ve KDP ile sürdürülen görüşmeler bu hedefe yöneliktir.
—Aynı şekilde ümmet bağı ile tüm Araplarla olabildiğince ilişkileri güçlendirmek.Siyasal islamcı tüm silahlı örgütlerin tasfiyesini sağlayarak, onları demokratik siyasetin içine çekmek.
—Siyasi ve askerî yalpalanmalara son vererek ABD ve Batı’nın güçlü bir müttefiki hâline gelmek; içeride sağlıklı, sivil bir anayasa ile Batı değerlerine yaklaşmak. (Öcalan’ın demokratik entegrasyon önerisi de bu konseptle uyumlu.)
Şayet Türkiye, ABD ve Batı’nın bu beklentilerini karşılarsa önü açılır. Görünen o ki, rota çizilmiş, gidişat bu yöndedir. Ancak Türkiye eski marazlı alışkanlıklarını sürdürür, özellikle Kürtlerin hakını hukukunu tanımaz; şeriatçıların dolduruşuna gelip İsrail’e karşı gereksiz çıkışlar yaparsa, ABD’nin oyun planı değişir. Bu durumda Türkiye, kendini bölgesel bir savaşın içinde bulur. Bu da Türkiye için son derece kötü, hayırlı olmayan bir senaryodur.
Bölgedeki gelişmeler, bölgenin eski hâliyle devam edemeyeceğini açıkça gösteriyor. Yeni bir yapılanma kaçınılmaz görünüyor. ABD’nin himayesinde Türkiye, Kürtler ve İsrail’le birlikte bölgenin en etkili gücü olabilir. Bu da bölgede şeriatçı anlayışın/yaşamın geri plana itilmesi, siyasal İslami örgütlerin tasviye edilmesi ve seküler anlayışın/yaşamın önünün açılması demektir.
Türkiye yöneticileri bu hayırlı işe “evet” derler mı? Hazırlıklar ve gelişmeler bu yönde ilerliyor; biraz tereddütlü olsam da, bence “evet”derler!