‘Kapitalizm Nasıl Doğdu?’ Ya Da ‘Feodaliteden Kapitalizme Geçiş’ Nasıl Gerçekleşti?
"Kapitalizm nasıl doğdu?” ya da "feodaliteden kapitalizme geçiş nasıl gerçekleşti?" sorusu iki yüzyıla yaklaşan bir süredir gündemden düşmemiştir. Son zamanlarda okuduğum kitaplardan biri de Alan Macfarlane'ın (d.1941) İngiliz Bireyselciliğinin Kökenleri (Çev. Onur İşçi, İstanbul, Vakıfbank Kültür Yayınları, 2021) adlı kitabı. Macfarlane'in vaktiyle başka bir eserini de okumuştum. Daha önce Türkçeye çevrilmiş olan Kapitalizm Kültürü (Çev. Remzi hakan Kır, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1993). İngiliz Bireyselciliğinin Kökenleri adlı eseri Macfarlane'nin üçleme olarak hazırladığı serinin birinci, Kapitalizm Kültürü ise ikincisini oluşturuyor. İlk ikisi çevrilmişken yakında üçüncüsünü de Türkçeye çeviren bir yayınevi çıkar diye umut ediyoruz.
Karl Marx (1818-1883) ve Max Weber (1864-1920) feodaliteden kapitalizme geçişi Avrupa tarihi içinde belli bir zamansallık içinde kavramsallaştırır. Buna göre İngiltere ve Batı Avrupa toplumlarında erken modern çağda (kabaca XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadarki dönem) ortaya çıkmıştır. Bu dönem kapitalizmin gelişiminde feodaliteden (pre-kapitaizmden) kapitalizme geçişteki ara evredir. Bunun yanında sanayileşme ilk kez ortaya çıktığı ülke olduğu İngiltere'nin özel bir önemi vardır. Ancak bu sosyologlar kapitalizmin doğuş sürecini İngiltere için dahi, erken modern çağdan daha erken bir döneme tarihlendirmezler.
Kapitalist toplumlar, pre-kapitalist toplumlardan farklı, daha doğrusu taban tabana zıt özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Çekirdek aile ve özel mülkiyetten başlayarak kapitalizm sonrası toplumlarla, kapitalizm öncesi toplumlar arasında önemli farklılıklar vardır. Her şeyden önce aile ve toprak mülkiyeti çok farklıdır. Günlük dilde "geniş aile" dediğimiz üç kuşağın bir arada yaşadığı eski ailelerde, aile aynı zamanda bir ekonomik birimdir. Toprak/arazi ile başkanının ya da başka bir üyenin özel mülkiyeti değildir. Aileye aittir. Hiçbir şekilde alınıp satılabilen bir meta olarak düşünülmez. Tarihçi olması yanında bir antropolog olan Macfarlane, İngiliz Bireyselciliğinin Kökenleri’nde sadece Avrupa toplumları değil Asya ve diğer geleneksel toplumları ile İngiliz toplumunu karşılaştırıyor. Vardığı sonuç şu ki İngiltere, sadece Avrupa dışı toplumlarından değil, Batı Avrupa hatta Britanya'nın (Galler, İskoçya ve İrlanda) diğer ülkelerinden dahi farklı özelliklere sahip. Macfarlane bu farklılığı XII. yüzyıla kadar geri götürmektedir. Ancak bu farklılığın nasıl ortaya çıktığı konusunda söylediği hiçbir şey yok. Belki de bu onun orta çağ tarihçisi olmamasıyla ilgili. Ne de olsa böyle bir soruya cevap verebilmek için daha önceki dönemlere dönülmesi gerekir. Macfarlane ise bir erken modern çağ tarihçisi ve antropolog.
İngiltere'nin farklılığını vurgulayan Macfarlane yerel kayıtlara dayanarak İngiltere'de 1339 Kara Veba salgınından önce yazılı kaynakların yeterli olduğu, XII. yüzyıla kadarki dönemde dahi kapitalist bir toplum görünümünde olduğunu ileri sürüyor. Yukarıda belirtildiği üzere İngiliz toplumu çekirdek ailelere sahip olduğu gibi, kapitalist toplumlarda olduğu gibi birey ve bireysel mülkiyetin var olduğunu gösteriyor. Bu noktada özellikle vurgulanması gereken önemli bir husus da köy ve köylü topluma dair ifade ettikleri. "Birey"in ve özel mülkiyetin olmadığı köylü-toplumlarda ailenin bir üretim birimi olduğunu belirtmiştik. Rus tarihçi Chayanov (1888-1937) doğu Avrupa ve Rus tarihinde de durumun böyle olduğunu ileri sürmüştür. Chayanov’un tezini Osmanlı tarihine uyarlayan Halil İnalcık (1916-2016) ise ‘çift-hane sistemi’nden bahseder. Osmanlı tahrir defterlerinde bir vergi birimi olarak kayıt altına aldığı çift-hanenin aynı zamanda bir üretim birimi olduğunu ileri sürer. Mirî toprak sisteminin egemen olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda da vergi kaynağı olarak kayıt altına alınan her “çiftlik” (‘bir çift öküzle ekilebilen arazi’ anlamına gelir) bir ailenin (bireyin değil) ortak iktisadi işletmesidir. “Hane” de gene bireye ait değildir, aileye aittir.
Özetle Macfarlane geç orta çağa kadar giden dönemlerde İngiltere’de toplum ve üretim ilişkilerini erkenden bireyselleştiğini ileri sürüyor. Serinin ikinci kitabı olduğunu belirttiğimiz Kapitalizm Kültürü’nde de bu bireyselleşme ve üretim ilişkilerinin yarattığı kültürün Akdeniz ülkeleri vd. kültürlerin kapitalizm öncesi feodal geleneklerin egemen olduğu toplumlarla kıyaslandığında dikkat çeken farklılığını -belki ayrıksılığını demek daha doğru olur- vurgulamaktadır. Macfarlane İngiltere’nin bu ayrıksı yapısının yarattığı toplum ve üretim ilişkilerinin kapitalizmi ürettiğini ileri sürmektedir. Mefhumun muhalifinden hareketle ise bireyin ve özel mülkiyetin gelişmediği toplumlarda böyle bir gelişmenin mümkün olmadığını ima ettiğini söyleyebiliriz.
Bu tezin ifade ettiği çok önemli fikirler ve ima ettiği çıkarımlardan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi kapitalizmin genel manada Batı dünyasının (Batı Avrupa’nın) hatta Büyük Britanya’nın da değil sadece İngiltere’nin ve İngiliz kültürünün ürünü olduğu. İngiliz kültürünü adeta Batı Avrupa dahil diğer tüm toplum ve kültürlerinin üstünde konumlandıran istisnacılığı. Ya da İngiliz ‘bizbizebenzerizciliği’. Avrupa-merkezcilik denilirken akla gelenlerden biri de Avrupa coğrafya ve kültürünün Avrupa-dışı kültürler karşısında üstünlük iddiasıdır. Macfarlane’nin tezi bunu “İngiltere” ile sınırlandırması ilginç. Bu bakış açısının İngiliz bakış açısının sadece kendisi ile dünya arasında değil, özellikle de kıta Avrupası arasına mesafe koyduğunun altını tekrar çizelim.
Kapitalizmin doğuşunu kültüre indirgeyen bakış açılarından biri de Weber’in kapitalizm ile Protestan ahlakı arasında kurduğu ilişkidir. Mcfarlane’nin tezi kapitalizmin doğuşu bağlamında böyle bir ilişkiyi de boşa çıkarmaktadır. Çünkü kapitalizmin filizlenmesini sağlayan gelişmeleri Protestanlığın doğuşunu sağlayan reformasyondan çok öncesine tarihlendirmektedir.
Bu tezin ima ettiği hususlardan biri de bireyselleşme ile kapitalizm arasında kurduğu ilişki. Bu ilişki genelde ifade edildiği gibi kapitalizmin bireyselliği doğurduğu şeklinde olmadığı, tam aksine bireyselleşen ve özel mülkiyetin geliştiği kültürlerin kapitalizmi üretebileceği ve belki de sadece onların böyle bir kültür üretebileceği. Ki bu ima reel tarihe bakıldığında başta kapitalizme uyum sağlayan Uzak Doğu toplumları olmak üzere birçok toplumun geçirdiği evrimle uyum içinde olmadığı izahtan varestedir.
Bu tez kolonyalizmin (sömürgeciliğin) de kapitalizmin gelişiminde önceliğe sahip olmadığını da ima ediyor. Bu bakımdan da bakıldığında sömürgeciliğin kapitalizmi üretmediği, tam aksine kapitalizmin öncelikle İngiltere’de gelişmesinin sömürgecilik yarışında İngiltere’ye avantaj kazandırdığını varsayıyor. Galiba adı geçen İngiliz istisnacılığı ile özellikle ifade edilmek istenen de bu.
“İngiliz istisnacılığı” tezini bu kadar anlatmak yeterlidir sanırım. Daha fazla dallanıp budaklandırmaya gerek yok.



