Advert
Yapay Hayatın Eli Kulağında... (1)
Müslüm Üzülmez

Yapay Hayatın Eli Kulağında... (1)

Bu içerik 6671 kez okundu.
2015 Nobel Kimya ödülünü kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda yaptıkları çalışmalardan dolayı ABD’li Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile birlikte T.C. vatandaşı Prof. Dr. Aziz Sancar aldı.
Bu ödül bana 2007 yılında Bilim ve Gelecek dergisinde (Aralık 2007, Sayı:46) yayınlanan “Yapay Hayatın Eli Kulağında…” başlıklı yazımı hatırlattı. Güncel olması nedeniyle bu yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Yapay Hayatın Eli Kulağında…
Gidişat Kıyametin Mi, Yeniden Varoluşun Mu Alâmeti?
Yeni bir çağın kapısı aralandı; farklı bir çağa girmek üzereyiz. Bilgi devriminin gerçek devrimci etkisi yeni yeni hissedilmeye başlanıyor. Bilgi paradan daha hızlı hareket ediyor; akıllara durgunluk veren teknolojik gelişmeler yaşıyoruz. Teknolojideki gelişmeler; kendimizi, değerlerimizi ve kurumlarımızı yeniden incelemeye ve değişime zorluyor.
Bu, fiziğin sunduğu model ve metafordan biyolojinin sunduğu model ve metaforlara geçişle başladı, ama biyoloji fiziğin önüne geçti. Bundan sonra çekirdek, kök, gen, genetik, DNA, hormon, virüs, bakteri, mantar, biyolojik silah/saldırı ve benzeri biyolojik terimleri sık sık duyacağız/kullanacağız.
Biyoteknolojik ilerleme ve biyolojik-elektronik çalışmaların devasa boyutlara ulaşması sonucu biyolojik ya da elektronik bilgi akışı sistemleri birbirlerini desteklediğinden, bilgisayarlar yaşamın gizleri üzerindeki örtüyü kaldırmaya, biyoloji ise yeni bilgi kaynaklarını ve sistemlerini geliştirmeye başladı. 1980'lerde moleküler biyoteknoloji patlaması oldu, biyoteknoloji gen teknolojisi düzeyinde işlem görmeye başladı. "Beynin kimyasını değiştirmemiz bile olasıdır" diyenlerin yanında, "düşünen bilgisayarlar" kuşağına geçişi elektronik değil, biyoloji sağlayacaktır diyenler de var.
Sonuç itibariyle genetikle ilgili gelişmeler geometrik artış göstermekte; çok ciddi ve ilginç çalışmalar yapılmaktadır. New Scientist adlı derginin bildirdiğine göre; "Genetik Mühendisliği gerekli hazırlıkları yapmıştır, artık kolları sıvayıp işe koyulmaya hazırdır." Lord Ritchie-Calder; "Nasıl plastikle, metalle oynanıyor, onlara dilediğimiz biçimi verebiliyorsak, şimdi de artık canlı modeller imal edebilecek duruma gelmiş bulunuyoruz" demektedir.
Burada söz konusu edilen gen mühendisliğidir. Gen mühendisliği, biyoteknolojinin günümüze değin geliştirdiği en önemli tekniktir; kışkırtıcı bir yaşam bilimi olarak bize yaşamın sırlarını çözme olanağını veriyor. Gen; içinde bulunduğu hücre ve organizmalarda özel bir etkisi olan, kuşaktan kuşağa ve hücreden hücreye geçen kalıtımsal öğe olarak tanımlanmaktadır. Sözcük olarak, Yunanca doğurmak anlamına gelen "ganan"dan gelmektedir. Genler, bir anne ve babanın karakteristiklerinin çocuklarına geçmesini sağlar. Bir bilgisayar ya da araba üretiminde uyulması gereken koşulları andırır ve parçaların nasıl düzenleneceğini gösteren bir talimat listesine de benzetilebilir. Ne var ki devre ya da parçacıkları değil proteinleri tanımlar; talimatlar, bir kâğıda değil DNA moleküllerine kodlanmıştır. Ayrıntılı talimatları içerebilecek boyutlarda bulunan tek hücredeki DNA'nın birbirine geçmiş halkaları açıldığında, yaklaşık 2 metre kadar uzayabilir: "Bir insanın vücudundaki DNA'lar, ay ile dünya arasında 8.000 kez gidip gelecek uzunluktadır."
insan geninin haritasının çıkarılmasıyla ilgili değişik çalışmalar yapılmıştır, ama 1962'de Nobel Ödülü almış bilim adamı Dr. James D. Watson'un 1988'de ABD'nin finanse ettiği bir projenin yürütülmesine katılmayı kabul etmesiyle, insan geninin haritasının çıkarılması ileri yeni bir boyut kazanmıştır. Söz konusu projenin hedefi insan vücudundaki tüm genlerin haritasını çıkarıp kimyasal tanımlarını yapmaktır.
Genetikle ilgili, daha doğrusu biyoteknoloji konusunda da, -başka alanda olduğu gibi- liderlik ABD'dedir. Genetik mühendisliğinin iki önemli eleştirmeni, Jeremy Rifkin ve Ted Howard, Tanrı Rolünü Kim Oynayacak? adlı kitaplarında konuyla ilgili şunları yazmaktadırlar:
"Amerika'da genetik mühendisliği de tıpkı montaj hattı yöntemiyle üretim, otomobil, aşı, bilgisayar ve diğer bütün teknolojiler gibi bir gün yaygın bir şekilde kullanılacak. Genetik alandaki her ilerleme ticari bakımdan uygulanabilir bir nitelik kazanınca da tüketiciden yeni taleplerin gelmesini sağlayacak ve yeni bir teknoloji için gerekli olan bir pazar yaratacaktır."
1988'de Toronto'da düzenlenen 16. Uluslararası Genetik Kongresi, eşi görülmemiş bir ilgi topladı. Otuz yıl önceki kongreye 20 ülkeden 2.000 bilim insanı katılırken, 1988'deki kongreye katılan bilim insanı sayısı 4.000, ülke sayısı 80'i bulmuştur. Toronto'nun York Üniversitesi'nden Dr. Robert Haynes, kongrenin açılış konuşmasında; "Günümüzde, genleri belirleyebiliyor, tartabiliyor, ölçebiliyor, sayabiliyor, değiştirebiliyor, kopya edilebiliyor ve test tüplerinde mutasyona uğratabiliyoruz; hücreden hücreye aktararak, türler arasındaki sınırları zorlayabiliyoruz" demiştir.
Yapılan bu çalışmalar, araştırmalar bir yandan yaşam standartlarının yükselmesine büyük katkılar sunarken, diğer yandan da insanları huzursuz eden sorular gündeme getirmektedir. Nasıl mı? Yapılan çalışmaları yakından incelediğimizde insanların, kurumların kaygılarını daha iyi anlamış oluruz.
Mikro-organizmalar veya moleküler biyoloji ile ilgili yapılan çalışmalar
Büyük şirketler biyolojinin ticari amaçlarla kullanılmasının yollarını aramaktadırlar. California'da bulunan ve dünyaca ünlü birçok genetik uzmanının parayla bağlı olduğu Cetus Şirketinin başkanına göre, önümüzdeki yıllarda "önem bakımından biyoloji, kimyanın yerini alacaktır". Moskova'da devletin resmi politikasını dile getiren bir yazıda, "ulusal ekonomide mikro-organizmaya daha çok yer verilmesi" istenmektedir. Batılı bazı şirketler, egzoz gazını kontrol etmek ve kirlenmeyle ilgili bilgileri, bu bilgiler üzerine motoru ayarlayacak olan bir mini-proses makinesine göndermek üzere enzimleri otomobillere yerleştirmeyi hayal etmektedirler.
Fütürist, yani gelecek bilimci John McHale ve eşi, insanın Temel ihtiyaçları adlı kitaplarında, ileri biyoteknolojinin Birinci Dalga toplumlarına, yani tarım toplumlarına çok şey vaat ettiğini; bu teknolojilerin içine deniz çiftliklerinden, haşaratın ve diğer organizmalar aracılığıyla selüloz üretim işinde kullanılmasına, mikroorganizmalar aracılığıyla selüloz atıklarının ete dönüştürülmesine, euphorbia gibi bitkilerin sülfürsüz yakıt haline getirilmesine kadar her şeyin girdiğini yazmaktadırlar.
The New York Times gazetesi, "değerli madenleri bulup çıkarması için metale susamış mikroplar" bulmaktan söz etmektedir. Şirketler yeni "icat ettikleri" canlı varlıklar için patent almak üzere başvurmuş ve almışlar bile. Örneğin, ilk biyoteknoloji patenti 1980 yılında ham petrolü parçalamak amacıyla genetik yapısı değiştirilmiş bir mikrop geliştiren General Electric araştırmacılarından Dr. Ananda Chakrabarrty'ye verilmiştir.
Bu işte çok kâr olması nedeniyle, şimdi tüm ulusötesi büyük şirketler gözlerini bu alana dikmiş bulunmaktadır. Genetikçi J. Craig Venter'in firması Synthetic Genomics, etanol ya da hidrojen gibi yakıtlar üretebilen sentetik böceklere ilişkin tartışmalı patentleri aldı. Şirket, 13 Haziran 2007'de dünya yüzeyinin altındaki kömürü veya petrolü temiz yakıta dönüştürebilen doğal mikropları bulup bunlar üzerinde değişikler yapmak için enerji devi BP PLC ile anlaştığını açıkladı. Venter, sentetik biyolojinin "Mikropsoft"u olmayı amaçlamakla suçlansa da; o, mikroorganizmalar "ABD'de ulaşım için ihtiyaç duyduğumuz bütün yakıtı sağlama potansiyeline sahip"tir deyip; "genetik kralı yerine artık petrol kralı oluyorum" diye espri yapmaktadır.
Tokyo Teknoloji Enstitüsü'nden Isao Karube ise, tamamen protein ve organik polimerlerden oluşan bir "tazelik çipi" geliştirdi. Süpermarketlerde satılan paket balıklara takılması düşünülen tazelik çipi, balık bayatlamaya başladığında yayılan koku belirleniyor; balığın renk değiştirmesinden, tazeliğini yitirdiği anlaşılıyor. Şimdi de diğer besinler için "tazelik çipi"nin geliştirilmesi tasarlanıyor. Bu biyomoleküller aygıt, organik/canlı bilgisayardan başka bir şey değil!
Yapılan bu çalışmalar plastik, gübre, kumaş, boya, böcek ilacı ve daha bir sürü ürünün üretiminde petrole duyulan ihtiyacı ya azaltacak ya da büsbütün yok edecektir.
Theodore J. Gordon şöyle diyor: "Bir kez başladık mı, biyoloji sayesinde dokuyla uyum halinde bir gömlek ya da kadın göğsünün dokusundan yapılmış bir şilte üretebilir miyiz diye düşünmeye başlayacağız." (Devamı haftaya)
e-posta: muslum.uzulmez@gmail.com 
web: http://www.uzulmez.info/muslum
DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Madde Bağımlıları Mücadele Derneği’nde silahlı kavga
Madde Bağımlıları Mücadele Derneği’nde silahlı kavga
Bizans ve Romalılara ait tarihi eser yakalandı
Bizans ve Romalılara ait tarihi eser yakalandı