Advert
Kendimizi mi Arıyoruz Kendimizden mi Kaçıyoruz?

Kendimizi mi Arıyoruz Kendimizden mi Kaçıyoruz?

Bu içerik 6431 kez okundu.
  insanın varoluş süreci aslında bir kendini arayış sürecidir baştan sona...Kendini aramak olağan psikolojik bir tabirle kendi kişiliğini, iç yönlerini tanımaya çalışmak olarak tanımlamsa da bu tanım bir ergenlik karmaşasına sıkışıp kalır daha çok. Oysa kendini aramak; seyyahların bilgelerin filozofların ve ilim-bilim-edep insanlarının varoluşun amacını, işlevini ve neticesini bulmaya çalıltığı hem dışsal hem içsel uzun ve derin bir yolculuktur..
 
Geçmişte seyyahlar ülke ülke dolaşırken dışarıda gördüklerinden çok içlerini, hayatın anlam ve amacını keşfetmeye çalışıyorlardı. Şimdi ise teknolojik gelişmeler paralelinde seyahat etmek daha kolay oldu; daha kısa zamanda daha çok yer görülür oldu..Ne kadar "görmek" denilirliği tartışılır olsa da bu yolculuklara ve gitmelere? Modern, popüler (ki popülerite de toplumsal tercihlere bağlı bir kavram), kalabalık, bilinen mekanlara gitmek ve orada eğlenmekten ibaret bir görme, gezme anlayışı gelişti ve buna gösterme isteği eklendi.(Ne yediğini, ne çok eğlendiğini gösterme yarışına ve bunun psikolojik ve toplumsal süreçleri ve zararlarına dokunsa cümleler, sonu  gelmez bu temasın). 
 
Oysa görmek teneffüs etmekten bile öte bir kavramdır.O coğrafyadaki hayatları, yaşayışı ve o doğadaki güzellikleri, en büyük sanat eserlerini seyreyleme, gözlemleme, yorumlama, çıkarım yapma ve bu görülenler ile kendine ve yaşamın manasına doğru yol almayı içerir hem ruhsal hem zihinsel olarak. Şimdi ise daha çok psikomotor kaslarımızı kullanıyoruz gezip görürken bile, zihinsel özellikle duyuşsal bir kısırlık içinde. Hem kendimize hem hayata dair bir kısıtlılık, kapalılık bu; buna nispetle başkalarının beğenmesine sonuna dek açık..
Başkaları görsün bilsin diye yaşanıyor bazı güzellikler hoşluklar; bilgi, örneklik, iyilik yerine takdir toplama çabası ile.
 
Kendini arayan insan; daha çok üreten daha çok tüketen daha çok ezberleyen daha çok yaşayan, daha hızlı, daha aceleci, daha çok gören ve daha çok gösterene dönüşmeye başaldı. Lise yıllarımda çok hızlı kitap okuyan bir arkadaşımla yaptığımız bir konuşmada ona okuduklarını ne derece anladığını sormuştum, yazarın her cümlesini iyice özümsemek isteyen biri olarak. Ki o yazarların içinde devrin alimi, velisi niteliğinde her cümlesi üzerinde uzun uzun düşünülecek derinlikte yazıları olan yazarlar vardı. Arkadaşım okuduğu kitap sayısıyla takdir toplayacağı bir faaliyete katılmıştı; reddetmiştim bu niceliği niteliğin önüne geçirme yarışını.
 
Şimdi de güzel ülkemin % 80ini gezmiş biri olarak; reddediyorum popüler mekanlarda içi boş dışı dolu göstermelik, duyuşsal zihinsel bir pasiflik, psikomotor  aktiflik içeren sadece zamanı tüketmekten ibaret tatilleri ve göstermekten ibaret yapılan tüm eylemleri. Popüler kültür edebiyata, sanata olduğu kadar psikolojiye ve sosyolojiye de zararlı öğeler içeriyor. Gittiğim her yerde tarihi ve doğal tüm mekanları olduğu kadar bilinmeyen köyleri, gidilmeyen yolları da görmek ve dinlemek, duymak için çabalıyorum. Oralarda şimdi süren ya da daha önce yaşanmış hikayeleri, sosyolojik izleri seyreyliyorum; bazen terkedilmiş bir harabede, bir duvar yazısında, bazen bir mağarada, bir zindanda, bazen bir çocuğun kirlenmiş çıplak ayağında, bazen toprak bir yolda, tarlada beli bükük bir yaşlı da bazense avmlerde koşturan insanlarda, en çok da ağlayan yada köşesine çekilmiş çocukların ruhunda, şimdilerde ise daha çok üniversitede öğretmen ve öğrencilerin anlattıkları kadar anlatmadıklarında.. Ve başkalarının sessizliğinde, duydukça kendimi de hayatı da duyuyorum..  
 
Sosyalliğin faydaları  kadar zararları da gözüme takılıyor bir kirpik gibi bu gözlemlerim neticesinde,  "elalem ne der" odaklı davranış ve düşünüşlere rastladıkça, sosyalliğin içerdiği kuşatılmışlıkla karşılaştıkça...
Oysa elalemden öte büyük bir alem var.El Alim... Her daim gören...Kime beğenilmeye, kimden takdir toplamaya çalışıyoruz el Alim ve kendiliğimiz dışında ?  Kim için bu "daha iyi, daha güzel" olma çabası ? 
 
Fırat Üniversitesi'ndeki bir derste bu hafta "okul,sosyalleşme,çevre ve görünüş" kavramlarını irdelerken; "Evde değil dışarıda giymek için alışveriş yapıyoruz, sosyal ortamlara girerken süsleniyoruz" diye bir cümle kurdu açıklamasına binaen bir öğrenci. Dış odaklı yaşantımız, çabamızı yansıtıyordu bu cümle. Kendi güzelik algımızın bile güzel algılanma için olduğunu. Kendimizi güzel, iyi, doğru gösterme arzusu ve emeğininin yönünü...
 
Aynaya baktığımızda kendi dışımızı değil başkasının nasıl göreceğini görüyor olduk. Kendi sesimizi duymaz  kendi yüzümüzü göremez olduk; gerçek ortamlarda sahte kişiliklerle yaşar, sanal alemde sahte kişililerle muhabbet eder olduk. Kendinden memnuniyetsiz insanı temsil ediyor aslında bu kaçışın ve çabanın bir ayağı, kendini fazla beğenen narsizme yatkın kişiliği diğer ayağı... Ya kendi dışını da içini de çok beğenen ve kendini sorgulamayan insanlar ya da kendini diğerlerinden eksik hissedip daha iyi görünme çabasında insanlar. Kendinden kaçanların bir kısmı fiziki görüntüsünden bir kısmı ise kendi kişisel özelliklerinden kaçıyor. Hem yüzyüze sosyalleşmede hem sanal alemdeki yansımalarında... Kendini olduğundan daha farklı, mutlu gösterme çabası ile bir kendinden kaçış yolunda yürünüyor farketmeden. Dışarıda hep iyi haller gösteriliyor, sergileniyor..
 
Oysa övgüden, kibirden fersah fersah kaçmak gerekirken ve kendini beğenmeyi dışsal değil içsel bir merkeze oturtmak, kibirle karıştırmamak elzemken.
Kendini sorgulamak ve "olmadım" diyebilmek, Mevlana misali önce "hamdım" diyebilme tahtına oturabilmek gerekirken; kendiyle yüzleşmek, itiraf ve tevbe eşiğinin ve edebin girişi iken... Sanal değil esas gerçeklik gözlüğünü takıp içimize bakıp en küçük hatayı görebilmek gerekirken, gerçek hayatta simulasyon gibi deneme yanılma lüksü yok iken ve başkalarının hatalarına at gözlüğü, kendi hatalarımıza büyüteçle bakmak gerelirken...Biz kendimizi ya büyüttük ya küçülttük gözümüzde ve sahte bir yükseklikle övünmeye çalıştık gerçeğin farkettiriciği ve iyileştiriciliği, ilerleticiliği yerine. 
 
Maalesef olmaktan çok görünme çabası bu.Oysa olmak ne güzel bir eylem..Olmak için didinmek..
Olmak için didinen önce olamadığını bilmeli, kabullenmeli; tıpkı klinik vakalar dışındaki danışmanlık gerektiren duygu, kişilik,davranış bozukluklarında kişinin  farkında olarak bilerek, isteyerek gelip destek araması gibi..
istemeyen değişemez ve düzelemez. Oysa şimdi düzelmek değil düzgün görünmek amaç..Hedef görünmek olunca çaba da düzelmek değil göstermek için...Kusursuz insan yok ama kusursuz görünme çabası çok. 
Kusurun, noksanın çözümü nerde peki ? Gizlemekte mi yoksa onarmak, gidermek için önce noksanla yüzleşmekte mi ? 
 
Su kaçıran bir boruyu saklamak için duvarı boyar gibi boyuyoruz yüzlerimizi de karakterlerimizi de..Dışardan kaçak görünmüyor ama su duvara sızdıkça yıkımı kolaylaştırıyor. Üstelik gizlemek tamiri geciktirdiği için çözümü ve onarımı zorlaşıyor. Tıpkı ağrı kesici alıp, ağrının sebebini aramak yerini ağrıyı duymamızı engellemek gibi... Ağrıyı sısturmak varlığını yok etmiyor kızıp susmaya, oturmaya mahkum etmenin çocuğu uslu(?) etmediği, dışa ve hareketlere yapılan makyajın, rötuşun problemi gidermediği gibi. Ağrı kesici kullanmak yerine ağrıyı dinler ve anlamaya çalışırım hem kendi bedenimde hem başka ruhlarda. Elimden geldiğince kimyasal ilaç kullanmamaya, kullandırtmamaya çalışırım (kızımın bronşit ve kendimin ameliyat teşhisinde bile ilaçsız operasyonsuz iyileşmeyi başarmıştım);  iyileşmenin önce vücudun ve ruhun verdiği sinyalleri duymak, tanımak ve içimizdeki muhteşem gücün hem bedeni hem ruhu tedavi edeciliğini keşfetmek ve onun gücüne güvenmekte, alternatif tıp ve alternatif psikolojiye inanmakta olduğunu bilirim.
 
Ağrılar ve sancılar kaçılması gereken durumlar değil tıpkı hatalar gibi. Bilakis nimet, uyarı levhaları ve değişimin ilk basamağı..Bu işaret levhaları ki dinleyene yol gösterici deniz feneri..
içinizdeki sancıları da kaçmaya çalıştığını noksanlarını da dışınızdaki ağrıları da dinleyin ve kaçmayın. Başkalarının sancılarını, sızılarını onların bile duymadığı hallerini duyan biri olarak farkediyorum ki dinlemiyoruz artık ne çevremizi ve çevremizdekileri ne çocuklarımızı ne de  içimizi. Kaçtığımız zaaflarımız, noksanlarımız, dertlerimiz...Oysa onlar; bizi biz edecek gücü ve farkındalığı içinde barındıran, iyileşmenin ilk basamağı olan farketmeyi içeren. 
 
Modern teknolojinin gelişimi dışsal müdahaleyi kolaylaştırırken içsel müdahalenin gerekliliğine olan farkındalığı azalattı sosyalleşmenin yavaş yavaş hissetmeden oluşumu misali. Peki neden dışımıza estetik müdahale bukadar yoğunken içimize bu denli vasat, çorak ? Dışımız değil içlerimiz görünüyor olsaydı hangisini iyileştirmeye çalışırdık acaba ? 
Bu müdahale, mücadele ne için peki ? Kendimiz için mi yoksa görünmek için mi ? 
 
Görmek değil görünmek... Derin bir ayrım derin bir farkındalık gizli buradaki tek harf farkında, n harfinde.. bu harfin kıldığı edilgenlik özneye...Düşünen etken sizken, özne sizken; edilgen konuma geliyorsunuz. Kendimize  ve sevdiklerimize yaptığımız en büyük haksızlık bu; çünkü olduğu gibi olamayan insan bireysel farklılığından kaynaklı pekçok özelliğini yitiriyor zamanla. Hem sevdiklerini kısıtlıyor sınırlandırıyor bu kaygıyla hem de  sas değiştirmesi gerekenin başkalarının algısı değil kendisi olduğunu farkedemiyor.
 
 Kaçmak çözüm değil ve kaçılan aslında kendilik değil. Ne yazık ki  kaçılan bile başkalarının fikri, eleştirisi. Düzeltilmek müdahale edilmek istenen de. "Elalem ne der?" kaygısı kaçtığımız bile, kızma ve üzülmelerimizin, stresimizin sebebi bile...

Aynaya baktığında dışına odaklanan insan, elinde ruhunu gösteren bir aynayla dolaşmalı daima.

 
 
 
DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
Madde Bağımlıları Mücadele Derneği’nde silahlı kavga
Madde Bağımlıları Mücadele Derneği’nde silahlı kavga
Bizans ve Romalılara ait tarihi eser yakalandı
Bizans ve Romalılara ait tarihi eser yakalandı